top of page

Zihinsel Kaslar da Erir: Beyin Sporuna Hazır mısınız?

  • Yazarın fotoğrafı: Ensar Duman
    Ensar Duman
  • 26 Haz
  • 5 dakikada okunur

İlkel insanlar her gün yiyecek bulmak ve hayatta kalmak zorundaydı. Bunun için sahip oldukları kaslarına ve beyinlerine, kısacası doğal olarak sahip oldukları bedenlerine güveniyorlardı. O dönem için hayatta kalmak demek; hızlı koşabilmek, tırmanabilmek, avlanabilmek, savunabilmek ve tüm bunları yaparken de anlık kararlar verebilmek anlamına geliyordu.

Beyin Sporu
Beyin Sporu

İnsanoğlu zamanla önce hayvanları binek olarak kullanmaya başladı, ardından onlarla yük taşıdı. Kendini savunmak, daha hızlı hareket etmek ve avlanmak için hayvanlardan faydalanmayı öğrendi. Bu, insanın doğayla olan ilişkisini yalnızca gözlemlemekle kalmayıp onu şekillendirmeye başladığı önemli bir dönüm noktasıydı. Önceden hayvanlarla gerekirse boğuşmak zorunda kalan insan, kesici ve delici aletlerini geliştirerek silahlar üretti ve avını fiziksel mücadeleye girmeden alt etmeye başladı. Böylece kas gücünden ziyade, düşünerek planlama yapabilme becerisi ön plana çıktı.


Bu gelişim çizgisi yalnızca avlanmakla sınırlı kalmadı. Tarım devrimiyle birlikte insan, doğayı dönüştürme gücünü bir üst seviyeye taşıdı. Toprağı ekip biçmeye, mevsimleri takip etmeye ve üretim için kalıcı yerleşim alanları oluşturmaya başladı. Bu süreçte insan yine kas gücünü kullandı, fakat artık yalnızca kendi kasları değil; hayvanların kasları ve geliştirilen basit makineler de bu işe dahil oldu. Yani insan bedeni, doğaya karşı bir mücadele aracı olmaktan çıkıp, doğayı yönlendirme aracına dönüşmeye başladı.


Çatışmalarda artık doğrudan dövüşmek yerine uzaktan fırlatılan oklar, mızraklar kullanılmaya başlandı. Barutun icadıyla birlikte uzak mesafeden etkili olmak mümkün hale geldi. Bu da kas gücünden çok, sakinlik, odaklanma, dikkat ve stratejik düşünme gibi zihinsel becerileri daha değerli hale getirdi.


Tüm bu tarihsel süreçte dikkat çeken temel değişim şu: İnsan kaslarını daha az, zihnini ise daha çok kullanmaya başladı. Fiziksel güç, yerini entelektüel güce bırakmaya başladı. Bilimin ve teknolojinin gelişmesiyle birlikte bu durum daha da belirgin hale geldi. Sanayi devrimiyle makineler kas gücünün yerini alırken, bilgisayarlar ve yazılımlar düşünsel işlerin bir kısmını devralmaya başladı. Bugün geldiğimiz noktada, kas gücüne neredeyse hiç ihtiyaç duymadan pek çok işi gerçekleştirebiliyoruz. Hatta kimi zaman hiç yerimizden kalkmadan bile.


Bu dönüşümün ardında yalnızca bireysel zeka değil, aynı zamanda insanın sosyal becerileri de yer alıyor. Çünkü tek başına düşünen bir beyin değil, birlikte düşünen birçok beyin gelişimin asıl motoruydu. Zekâsının getirdiği en güçlü becerilerden biri olan sesle iletişim ve işaretlerle anlaşma yeteneği, insanların birlikte hareket etmesini, bilgi paylaşmasını ve verimli organizasyonlar kurmasını sağladı. Bu, insanı diğer tüm canlılardan ayıran en güçlü sıçramalardan biridir.


Bu noktada yazının en önemli dönüm noktalarından birine geliyoruz: Yazının icadı. Yazı, insanın öğrendiğini yalnızca kendi ömrüyle sınırlı tutmayıp, sonraki nesillere aktarabilmesini sağladı. Bu, bilginin birikmesini ve organize hale gelmesini mümkün kıldı. Artık bilgi kişisel değil, toplumsal bir mirasa dönüştü. Ve bu miras üzerine kurulan uygarlık, sanayi devrimiyle müthiş bir ivme kazandı.


Zaten hızlı ilerleyen insanlık, bu aşamada adeta roketlenerek sıçradı. Bilim, teknoloji, ulaşım, iletişim… Her alanda eş zamanlı patlamalar yaşandı. Özellikle son 20 yılda yaşanan gelişmeleri düşündüğümüzde bu ilerlemenin ivmesini daha net anlayabiliyoruz. Bugün artık yapay zekayı neredeyse her işimizde kullanıyoruz ve ben de dahil olmak üzere, 2025 yılında çoğu insan bu kadar kısa sürede bu noktaya gelebileceğimizi öngörmüyordu.

Ancak bu noktada durup düşünmeliyiz. Çünkü bu hızlı gelişmelerin bizim biyolojik yapımıza etkisi oldukça karmaşık. Evrimsel süreç, teknolojik gelişmeler kadar hızlı çalışmıyor. Yani teknolojik olarak Mars'a ulaşmak üzereyken, biyolojik olarak hâlâ ilkel bir organizma olmanın etkilerini taşıyoruz. Hal böyle olunca da bedenlerimiz bu ilerlemeye adapte olmakta zorlanıyor.


Örneğin obezite: İlkel çağlarda nadiren bulunan ve bu yüzden yüksek ödül hissi uyandıran bol kalorili yiyecekler, bugün en kolay ulaşılabilir ürünler arasında. Bu durum, beynimizin hala geçmişteki davranış modellerine göre çalıştığını gösteriyor. Bunun yanında kas gücünün artık pek çok işte gereksiz hale gelmesi, bizi önce masa başına, ardından pandeminin de etkisiyle evlerimize hapsetti. Ve böylece fiziksel hareket neredeyse tamamen ortadan kalktı.


Bugün yazılım geliştiren, tasarım yapan, içerik üreten ya da veri analiz eden insanlar çoğunlukla günlerini bir sandalye üzerinde geçiriyor. Market alışverişi, yemek siparişi, bankacılık işlemleri, sosyalleşme… Her şey ekran üzerinden yürütülüyor. Bu, insanlığın ilk defa bu kadar hareketsizleştiği bir dönem olabilir.


Bu noktada bireysel çabalarla önlem almak gerekiyor. Neredeyse tüm kişisel gelişim süreçleri düzenli sporla başlıyor. Çünkü fiziksel olarak aktif bir beden, zihinsel olarak da daha dayanıklı bir yapı demek. Kalp sağlığı, bağışıklık sistemi, odaklanma, stres yönetimi gibi pek çok alanda doğrudan olumlu etkileri var. Aynı şekilde ekran bağımlılığına karşı da akşam belli saatlerden sonra ekran kullanımını sınırlamak tavsiye ediliyor.


Tüm bu önerilerin arka planında aslında basit bir gerçek yatıyor: Bedenimiz hâlâ ilkel çağlarda yaşadığı gibi yaşamak istiyor. Geceleri karanlıkta, yapay ışıktan uzak uyumak; gündüzleri ise hareket halinde, doğayla iç içe yaşamak istiyor. Modern hayat ise bunun tam tersini dayatıyor. Bu yüzden bizler de eski davranışları simüle eden yöntemlerle sağlığımızı korumaya çalışıyoruz.


Bu noktada kendi hayatımdan bir gözlemimi paylaşmak istiyorum. 90'larda bilgisayarda oynadığım araba yarışı oyunlarında, ekranın köşesindeki haritada aracın konumunu görürdüm ve bunun gerçek hayatta da olmasını isterdim. O zamanlar bu hayal bile ulaşılmazdı. Yıllar sonra GPS teknolojisi hayatımıza girdiğinde, gerçekten de konumumuzu anlık olarak gösteren cihazlara sahip olduk. Bu bir devrimdi.


Ehliyetimi ilk aldığım yıllarda, girdiğim bir sokağı ya da güzergâhı asla unutmazdım. Yol hafızamla övünürdüm. O dönem GPS cihazları oldukça sınırlıydı, haritalarını bilgisayardan güncellemek gerekiyordu ve bu güncellemeler hem zahmetliydi hem de ücretli. Trafik verileri ise neredeyse hiç yoktu yada istatistiksel tahminler üzerinden çalışıyordu. Ancak daha sonra akıllı telefonların GPS özelliğine sahip olmasıyla her şey değişti. Google Maps gibi uygulamalar sayesinde artık kimse yön bulma becerisine ihtiyaç duymuyor.


İşte tam bu noktada fark ettiğim şey beni derinden düşündürdü: Artık girdiğim sokakları ve yolları eskisi gibi hatırlamıyorum. Aynı yere defalarca gitsem bile haritaya bakma ihtiyacı hissediyorum. Çünkü bu beceriyi artık beynim değil, telefonum üstlenmiş durumda. Bugün navigasyon servisleri birkaç saatliğine devre dışı kalsa, İstanbul gibi bir şehirde büyük bir kaos yaşanabilir. Çünkü bu uygulamaları aynı zamanda trafik yoğunluğunun alternatif güzergahlara dağıtılmasını da sağlıyor.

Tembel Beyin
Tembel Beyin

Bu örnek aslında çok kritik bir noktaya işaret ediyor: Kaslarımızı kullanmadığımızda nasıl ki körelirse, beynimiz de kullanmadığımız fonksiyonlarını yavaş yavaş kaybetmeye başlıyor. Navigasyon sistemleri bizim yön bulma becerimizi zayıflatıyor. Tıpkı hesap makinelerinin zihinden işlem yapma yetimizi zayıflattığı gibi. Şimdi ise yapay zekâ; analiz etme, karar verme, üretme gibi bilişsel süreçlerimizi üstleniyor.


Ben bir gün içerisinde defalarca yapay zekâdan faydalanıyorum. Özellikle yabancı dillerde yazdığım e-postalar, iş yazışmaları, hatta bu yazı bile yayına almadan önce onun elinden geçiyor. Bazen bir sorunu araştırmak yerine doğrudan AI'a soruyorum. Ve çoğu zaman çok tatmin edici cevaplar alıyorum. Bu kolaylık ise fark ettirmeden bir tembelliğe dönüşüyor.

Tüm bunlar beni şu soruya götürüyor: Beynimizi de tıpkı kaslarımız gibi tembelleştiriyor muyuz?


Tıpkı bir zamanlar kaslarımızı rahat ettirmek için makineler ürettiğimiz gibi, şimdi de beynimizi rahat ettirecek sistemler geliştiriyoruz. Ancak bu kolaylıklar, bizden bazı temel yeteneklerimizi alıp götürüyor. Fiziksel gücümüzü nasıl makinelere bıraktıysak, zihinsel gücümüzü de yavaş yavaş algoritmalara teslim ediyoruz.


Bu yazının amacı AI karşıtlığı yapmak değil. Aksine, bu teknolojinin nimetlerinden en çok faydalananlardan biriyim. Ancak faydalandığımız her teknolojinin, uzun vadede üzerimizde ne gibi etkiler bıraktığını sorgulamazsak, bir sabah uyanıp yön duygumuzu, hafızamızı, üretkenliğimizi elimizden kayıp gitmiş halde bulabiliriz.


Belki yakın gelecekte, fiziksel spor salonlarının yanına "beyin spor salonları" da eklenecek. Hafızamızı, odaklanmamızı, problem çözme becerimizi geliştiren beyin sporu uygulamaları yaygınlaşacak. Belki de geleceğin en değerli alışkanlığı, aktif düşünmeyi sürdürebilmek olacak.


Ve ben inanıyorum ki, bugünün girişimcileri bu alanda çok şey başarabilir. Çünkü gelecekte en kıymetli kaynak bilgi değil, aktif kalabilen bir beyin olacak.

 
 
bottom of page